SEMAZEN GÖSTERİLERİ

Semazen Gösterisi Kına Organizasyon Sünnet Törenleri Dini Düğün

28 Mart 2016 Pazartesi

Semazen kime denir




Semah ve anlamı : Mevlevîlik deyince ilk akla gelen semâ, lügatte işitmek mânâsındadır. Terim olarak, mûsikî nağmelerin dinlerken vecde gelip hareket etmek, kendinden geçip dönmektir. Hz.Mevlânâ zamanında belli bir nizâma bağlı kalmaksızın dînî ve tasavvûfî bir coşkunluk vesîlesiyle icrâ edilen sema’, sonradan Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi zamanından başlayarak Pîr Âdil Çelebi zamanına kadar tam bir disiplin içine alınmış, sıkı bir nizâma bağlanmış; icrâsı öğrenilir ve öğretilir olmuştur. Sema’, sembolik olarak, kâinatın oluşumunu, insanın âlemde dirilişini, Yüce Yaratıcı’ya olan aşk ile harekete geçişini ve kulluğunu idrak edip “İnsan- ı Kâmil” e doğru yönelişini ifâde eder. Sema’ eden canlara Sema'zen denilmiştir. Mevlevilikte dönmek tabiri yoktur. Mevleviler Sema' eder. Her tarikatın zikir ederken (Allah'ı anarken) kendilerine özgü bürhanları vardır. Mevleviliğin de bürhanı Sema' dır. Semah ‘in her hareketinin anlamı vardır. Ney sesi eşliğinde dinlendiğinde huzur verir.

+ Semazen kime denir? Mevlevilerde sema'; aşk ve cezbeyi meydana getirmek için bir vesiledir. Her Mevlevi, mutlaka sema' etmesini bilir. Meşk edip sema' etmeyi öğrenmiye "sema' çıkarmak", sema' öğrenmiş Mevleviye de "sema'zen" adı verilir. Fakat günümüzde semah ve semazenlik bir kültür etkinliği adı altında yapılan bir sanat haline gelmiştir. Mevlevi olmadan Semazen olunmaz. Çünkü Sema' Mevleviliğin bir cüzüdür denilmiştir.Biz semah ve semazenliği kimin ve kimlerin yapabileceği konusunda karar verecek ehil kimseler değiliz dolayısı ile gerek din ve maneviyat yönünden, gerekse kültürel ve sanat yönünden olsun semah ve semazen gibi. değerlerimizi tanıtmakta bir mahzur olmadığı kanaatindeyiz. + Semazen olmak için nasıl bir eğitim alınıyor? Yuvarlak bir tahtanın ortasında bir çivi vardır. Çivi, sabit bir şekilde sema etmeye alışmanız içindir. Çivinin olduğu yere antiseptik görevi görsün diye tuz da dökülür. Sol ayak başparmağı ve ikinci parmak çivinin arasına sokulur ve ilk başlarda 18 çark atılır. Sema'ya ilk başlayan tennure giymez, normal kıyafetle döner. Atılan çarklar her gün fazlalaştırılır. Bu sırada ellerimiz çapraz şekilde omuzlarımıza kavuşturulur. Bakıldığında '1' sayısı gibi gözükürsünüz. Öyle durulmasının amacı, 'Allah'ın birliğine şahadet ediyorum' anlamına gelir. Atılan çarklar fazlalaştıkça, yavaş yavaş kollar açılır. Belli bir süre sonra tennure giyilir. Sema aç karnına yapılır. Bir de mühim olan fıldır fıldır dönmek değil, dönerken Allah'ı düşünmektir.




+ Semazenlerin kıyafet ve manaları: Siyah hırka kabiri toprağı, Tennure saflığı ve kefeni, sikke ise tevhidi ve nefsin mezar taşını ifade eder. + Post'ta oturan kişi kim? Kırmızı Post'a oturan kişiye Postnişin denir. Hz. Mevlana'nın makamını temsil eder. Herkesin oturması uygun değildir. + Postnişin'in başındaki Destarın anlamı nedir? Sarık kelimesinin Farsça karşılığı Destar'dır. Sarık sarmak Hz. Peygamber'in sünnetidir. Mevlevilerde Destar sarmak, Şeyhlerin ve Halifelerin hakkıdır. Şeyh, seyyid ise; yani Hz. Muhammed'in soyundansa yeşil, değilse beyaz destar sarar. Halifeler ve Çelebiler, dühani, yani bakılınca siyah görünecek derecede mor destar sararlar. Çelebiler, destarı, alttan sikke görünmeyecek tarzda sarar, çelebi olmayanların destarlarının alt tarafından sikkeleri görünür. Mevlevi dervişinin hırkası kabridir, sikkesi de mezar taşı. Otururken ölmüş sayılan derviş, adeta bir sur sesini duyup dirilir ve Devr-i velediye başlar. Bu bakımdan Devr-i Veledi ölümden sonra dirilmeye benzer. Semahaneyi ikiye böldüğü kabul edilen hatt-ı istivâa, bu çizginin sağ tarafı zahir alemi ve sol tarafı da batın alemidir. Bu devirler, şeyh denilen mânevî terbiyecinin rehberliğinde Mutlak Hakîkat’i “İlm-el Yakîn” olarak bilişi, “Ayn-el Yakîn” olarak görüşü, “Hakk-al Yakîn” olarak da O’na erişi sembolize eder. Post'un yanında bir birlerine eğilmekse şekilde, gizli ruhun ruha selamıdır. Semâ’ meydanının sağ tarafından post hizasına gelen semâzen, Hatt-ı İstivâ’ya basmadan ve posta sırt çevirmeden dönerek karşıya geçer. Böylece arkasından gelen semâzenle karşı karşıya gelir. Bir an göz göze gelen iki derviş, aynı anda öne doğru eğilerek birbirlerine baş keserler. Böylece herkes birbiriyle selâmlaşmış olur ki buna "cemâl seyri" veya "cemâl cemâle gelmek" denilir. Semazenin hırkasını öperek yere bırakıması mevlevi dervişleri üzerindeki hırkayla görüşerek, sembolik olarak kabrinden kalkarak hakikate doğar ve kollarını bağlayarak bir rakkamını temsil eder. Böylece Allah'ın birliğine şehadet eder. Yapılan bu 4 selamın anlamı ise I.Selâm, insanın kendi kulluğunu idrâk etmesidir. II.Selâm, Allah’ın büyüklüğü ve kudreti karşısında hayranlık duymayı ifâde eder. III.Selâm bu hayranlık duygusunun aşka dönüşmesidir. IV.Selâm ise insanın yaratılıştaki vazîfesine yani kulluğa dönüşüdür. Çünkü İslâm’ da en yüce makam, kulluktur. Semazen ayakta dururken sağ ayağının başparmağı sol ayak başparmağının üzerinde durma haline ayakları mühürlemek" denir. Sebebi ise Hz. Mevlana'nın ahçıbaşısı Ateş Baz-ı Veli ye hürmeten yapıldığı söylenir. Selam aralarında Postnişin birşeyler okuması : I.Selâmın başında, "Gerçek varlığınızın çevresinde dönün; istidanıza, yaratılışınıza uyun, itaat edip amelde bulunun." mealindeki, dua okunur. II.Selâmın başında, "Allah'tan esenlik size; Allah, duyuşlarınızı da niyetlerinizi de sağ-esen etsin ve sizi; esenlikle, gerçek olan başlangıç noktasına ulaştırsın." mealindeki dua okunur. III.Selâmın başında "Allah, tam esenlik versin size ey sevgi ve aşk yollarında yürüyenler, can gözlerinizden perdeyi kaldırsın da, devrin ve gerçek merkezin sırlarını görün." mealindeki,dua okunur. IV.Selâm ın başında ise "Ey aşıklar ve gerçekler, Allah'tan esenlik size; devirleriniz tamamlandı, ruhlarınız arındı; Allah size yakıyne, yakıynın gerçek makaamına ulaştırdı." mealindeki,dua okunur. Sema' ya başlamadan önce Sema’ Töreni, “Nâ’t-ı Şerîf’le başlar. Nâ’t-ı Şerîf kâinatın yaratılmasına vesîle olan, yaratılmışların en yücesi Hz.Muhammed’i öven, Hz.Mevlânâ’nın bir şiiridir. XVII.yüzyılda bestekârlarından “Itrî” adıyla tanınan Buhûrîzâde Mustafa Efendi’nin Rast makamından bestelediği bu na’t-i, na’t-hân ayakta ve sazsız okur. Anlamı için buraya bakabilirsiniz. + Semazen'in hareketlerinin anlamları : Niyaz vaziyetinde ayakta durması Allah'ın birliğini, tevhid'i temsil eder. Sema ederken sağ eli yukarıya sol eli aşağıya bakacak şekildedir. "Allah'tan aldıklarını kendisine mal etmeden halka ulaştırmaktır; bir yokuz; görünüşte var olan; vasıtalık eden bir suretten başka şey degiliz" Aynı mealde "Göğe ağarız, yere yağarız; aleme rahmetsiz; sıfatlardan zata varırız; zattan sıfatlar alemine, zuhur alemine geliriz; alemlere rahmet olan Hz. Muhammed'de (s.a.v.) yok olmuşuz biz demektir. Sema vaziyeti sanki ters bir "la" şeklindedir insan gövdesiyle beraber "illa" ya tekabül eder. "la" ve "illa", müslümanlığın esas umdesi olan "la ilahe illallah"(Allah'tan başka ilah yoktur) sözünü temsil etmekle beraber mutlak varlığı ispat, ondan başka bütün mevhum varlıkları nefiy (reddetme) esasını içine alır.

26 Mart 2016 Cumartesi

SEMÂZEN


İlâhî bir şeb-i arus töreni var, bak, semâda (*) , 
Gaipten bir mûsikînin âhengiyle sanki bazen 
Dönüp durur koca dünya, hiç bitmeyen bu semâda (**) 
Âhenk tamam, fakat sır şu; hani kudüm, nerde neyzen? 

Sırasıyla kışlar, yazlar, sen döndükçe gündüz, gece
Ne muhteşem bir düzen bu, akıl üstü bir bilmece. 
Bu semâyı sonsuza dek bir yöneten var gizlice, 
Nasıl şaşmaz bir hesap bu, bu ilâhi yüce düzen? 

Bunun sırrı Rabbimdedir, biz, sadece seyreyleriz, 
Bu hesabı düşündükçe, ibadete meyleyleriz. 
Bir gün semâ bitecektir, o gün acep biz neyleriz? 
Sen Şems’inin etrafında, hiç durma, dön, ey semâzen! .. 

SEMAZE GÖSTERİLERİ



Siz Düğün tarihinizi belirleyin biz size semazen gönderelim Dini Düğün Sünnet Kına Geceleriniz de muhteşem bir organizasyon hazırlayalım unutamayacağınız bir gece yaşatalım sizlere bu organizasyon sunmak için tüm imkanlarımızı sunmaktan onur ve gurur duyarız TÜRKİYE enin her yerine servisimiz var dır İlahi Ekibi çok Ünlü sanatçılarımız vardır

MEVLANA KİMDİR

Kimliği

Mevlânâ 30 Eylül 1207 tarihinde Horasan'ın Belh bölgesinde, bugün Tacikistan sınırları içinde kalanVahş kasabasında doğmuştur. Annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun; babaannesi,Harezmşahlar hanedanından Fars Prensesi, Melîke-i Cihan Emetullah Sultan'dır.[1]
Babası, "alimlerin sultânı" unvanı ile tanınmış, Muhammed Bahâeddin Veled; büyükbabası, Ahmed Hatîbî oğlu Hüseyin Hatîbî'dir. Babasına Sultânü'l-Ulemâ unvanının verilmesini kaynaklar Türk gelenekleri ile açıklamaktadır.[2] Etnik kökeni tartışmalı olup; Fars[3]Tacik[4] veya Türk[5] olduğu yönünde görüşler mevcuttur.
Mevlânâ, dönemin İslâm kültür merkezlerinden Belh kentinde hocalık yapan ve Sultan-ül Ulema (Alîmlerin Sultânı) lakabıyla anılan Bahaeddin Veled'in oğludur. Mevlânâ, babası Bahaeddin Veled'in ölümünden bir yıl sonra, 1232 yılında Konya'ya gelen Seyyid Burhaneddin'in mânevi terbiyesi altına girmiş ve dokuz yıl ona hizmet etmiştir. 1273 yılında vefat etmiştir.
Mevlânâ, yazdığı Mesnevî adlı eserinde kendi adını Muhammed bin Muhammed bin Hüseyin el-Belhî şeklinde vermiştir.[6] Burada yer alan Muhammed isimleri baba ve dedesinin ismi, Belhî ise doğduğu şehir olan Belh'e nispettir.[6] Lakabı Celâleddin’dir. “Efendimiz” anlamındaki “Mevlânâ” unvanı onu yüceltmek maksadıyla söylenmiştir.[6] Bir diğer lakabı olan Hudâvendigâr ise Mevlânâ'ya babası tarafından takılmıştır ve "sultan" manasına gelmektedir.[6] Mevlânâ, doğduğu kente nispetle Belhî şeklinde anıldığı gibi hayatını sürdürdüğü Anadolu'ya nispetle kendisine Rûmî de denmektedir.[6] Ayrıca müderrisliği nedeniyle Molla Hünkâr ve Mollâ-yı Rûm olarak da anılmaktaydı.[6]
1.Adı:
Mevlânâ'nın asıl adı Muhammed Celâleddin'dir.
Mevlânâ ve Rûmî de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir.
Efendimiz mânâsına gelen Mevlânâ ismi O'na daha pek genç iken Konya'da ders okutmaya başladığı tarihlerde verilir. Bu ismi, Şemseddin-i Tebrizî ve Sultan Veled'den itibaren Mevlânâ'yı sevenler kullanmış, âdeta adı yerine sembol olmuştur.
Rûmî, Anadolulu demektir.
Mevlânâ'nın, Rûmî diye tanınması, geçmiş yüzyıllarda Diyâr-ı Rûm denilen Anadolu ülkesinin vilâyeti olan Konya'da uzun müddet oturması, ömrünün büyük bir kısmının orada geçmesi ve nihayet Türbesinin orada olmasındandır.

2.  Doğum Yeri ve Yılı:
Mevlânâ'nın doğum yeri, bugünkü Afganistan'da bulunan, eski büyük Türk kültür merkezi : Belh'tir.
Mevlânâ'nın doğum tarihi ise (6 Rebîu'l-evvel, 604) 30 Eylül 1207'dir.

3. Nesebi (Soyu) :
Asil bir aileye mensup olan Mevlânâ'nın annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun; babaannesi, Harezmşâhlar (1157 Doğu Türk Hakanlığı) hanedanından Türk prensesi, Melîke-i Cihan Emetullah Sultan'dır.
Babası, Sultânü'l-Ulemâ (Alimlerin Sultânı) unvanı ile tanınmış, Muhammed Bahâeddin Veled; büyükbabası, Ahmed Hatîbî oğlu Hüseyin Hatîbî'dir.
Eflâki ''ye göre Hüseyin Hatîbî, ilmi deniz gibi engin ve geniş olan bir âlim idi. Din ilminin üstadı ve âlimlerin büyüklerinden sayılan, güzel şiirler söyleyen Nişâbûrlu Raziyüddin gibi bir zat da talebelerindendi.
Kaynaklar ve Mevlânâ'nın sevgi yolunda gidenler eserlerinde Sultânü'l-Ulemâ Bahâeddin Veled'in nesebinin, anne cihetiyle ondördüncü göbekte Hazret-i Muhammed'in torunu Hazret-i Hüseyin'e; baba cihetiyle de onuncu göbekte Hazret-i Muhammed'in seçilmiş dört dostundan ilki Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk'a ulaştığını kaydediyorlar.

25 Mart 2016 Cuma

SOSYOLOJİK AÇIDAN MEVLEVİHANELERDE USÛL VE GELENEKLER

Bu sempozyumda, ortaya konulmak istenen, Din Sosyolojisi’nin inceleme alanında yer alan bir dinî-tasavvufî cemaat (=topluluk) olup 1925’te tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla tarihteki yerini almış bulunan “Mevlevîlik”’in varlık sebebi olan bilgi edinme ve aktarma metodunu ve bu özel bilginin objektifleşişini incelemektir. Bu inceleme, anlamacı bir yöntemle, “batınî” olarak adlandırılan ve yalnızca aktarılan kişiler tarafından bilinebilirliği iddia olunan bilginin, bir türünü anlama faaliyeti olacaktır.
Prof. Dr. Nilgün Çelebi bir yazısında şöyle demektedir: “Günümüz sosyolojisinde inceleme olarak, görünenler düzlemini dikkate alıyorsak pozitivist bir tavır içerisindeyiz demektir. Zira pozitivizm, görünenlerin arkasında bir başka gerçeklik varsa bile, gözlemleyemediğimiz sürece o gerçekliği bilimsel incelemenin dışında bırakmamız gerektiğini ileri sürer. Görüntülerin altta yatan bir takım yapı ve mekanizmaların bir tezahürü olduğunu, gerçeğin görüntülerin altında yattığını ve araştırılması gerekenin işte bu gerçek olduğunu ileri süren ise realizmdir.”[3] Bu çalışmada realist bir anlama faaliyetinin yürütüleceğini belirtmemiz gerekmektedir.
Sosyolojik inceleme metodu doğrudan gözlem ve dolaylı gözlem olmak üzere iki ana yöntemi bünyesinde barındırmaktadır. İlki mülakat ve anket tekniklerine dayanarak sosyolojik incelemeyi gerçekleştirirken, dolaylı gözlem arşiv vesikalarına ve kütüphanedeki yazılı malzemeye dayanarak ve gözlemlemekten daha ziyade anlamaya yönelerek yapılan bir tetkik biçimidir. Anlamaya ilişkin metodoloji burada bize çok önemli yardımlar temin etmektedir.
Anlama iki değişik biçimde karşımıza çıkmaktadır: Rickman’a göre bir yöntem değil, bir bilgi edinme süreci ve zihinsel bir işlemken Dilthey’e göre bir metottur. [4] Ona göre manevi ilimlerle ilgili olan anlama metodu, ardından yaşamaya dayanır. Ardından yaşayan benin ödevi de, başkası ile ilgili olan bir hayat görünüşüne, düşünerek dalma ve onu kendi iç dünyasında yeni baştan meydana getirmektir.[5]
Bütün bunlara dayanarak bulunacağımız faaliyet ister realist yaklaşımla objeye yöneliş, ister rasyonel tarzda bir akıl yürütme olsun, “anlama” temelli olacaktır.
En erken 1925’te kaleme alınmış olan bir yazmaya yönelip, bir hayat biçiminin (Mevlevîliğin) üzerine kurulduğu bilgi metodolojisini (tasavvufu) anlama eylemi yürütürken, o bilgi türünün sosyolog tarafından yaşanmasını zaruret olarak görmemek gerekmektedir. Burada bizim yaptığımız da, kendimizi mümkün olduğunca meçhul müellifin yerine koyup bir akıl yürütme faaliyetiyle onu anlamaya çalışmaktan ibarettir. Müellifin “realitesi” –ki tecrübe edilmeden kavranılamayacağı belirtilen farklı bir boyuttaki bir batınî evrendir- üzerine bir aklî yöneliş gerçekleştirilmeye çalışılacaktır.
Bu aklî yöneliş, bu tebliğ boyunca din kaynaklı bir sosyal grup olan Mevleviliğin doktriniyle kuruluş ve gelenekleri yani sosyal yapısı arasındaki ilişkiyi anlamaya yönelik olacaktır. Bir başka ifadeyle sübjektif doktrinin objektifleşmesi bir anlama faaliyetine tâbi tutulacaktır.
“Dinin ‘korkutucu ve büyüleyici sır’ olarak vasıflandırılan ‘kutsalın tecrübesi veya yaşanması’ şeklindeki mücmel tarifi, (...) dinin önce tek tek fertlerin şuurunda yerleşip kökleştiğini, zira tecrübelerin, her zaman için, bir şuur, bir ruh, yani bir fertle irtibatlı olduğunu belirtmektedir. Vahyin Hz. Peygamberce yaşanması bir sübjektif durumken, İslamın bir cemaat haline gelişi ise dinin objektifleşmesi hadisesidir. Dinin objektifleşip sosyalleşmesi, yani bir topluma mal olması, bir cemaati ortaya çıkarması demek, dinî olayların da belli ölçülerde ve karşılıklı olarak öteki sosyal, kültürel ve coğrafî değişkenlere bağlı bulunması demektir ki, bu durum bizi din-toplum ilişkilerine götürmektedir.[6]
Ele aldığımız yazmanın ilk bölümünde din sosyolojisi bakımından “doktrin” olarak isimlendirebileceğimiz, genelde tasavvufun, özelde Mevleviliğin varlık sebebi olan bir özel hali subjektif olarak yaşama biçimi anlaşılmaya çalışılacaktır.

24 Mart 2016 Perşembe

semazen gözterisi

semazenlerimiz uzman ekiplerden eğitim almış  süper bir kadroya sahip her yaşta semazenler bulunmaktadır